27 Kasım 2007 Salı

YÜKSEKÖĞRETİM RAPORU

Bu rapor; Başbakanlık Müsteşarı Vali Efkan Ala’nın isteği üzerine Dr. Hatipoğlu tarafından hazırlanmış ve 19 Kasım 2007 günü kendisine sunulmuştur.

GİRİŞ
Üniversiteler demokratik, özerk ve özgür bir yapıda olmalıdırlar. Bugünkü üniversitemiz, 1981’de getirilen YÖK Sistemi ile, olması gerekenin tersine otoriter ve hatta totaliter yapıya sahiptir. 1946’da kazanılan özerk yapı 1981’de yitirilmiştir.
Şu anda Türkiye’de 85’i kamu, 30’u vakıf olmak üzere 115 üniversite vardır. 32 kamu üniversitesi son iki yılda kurulmuştur. Türkiye’nin hedefi, üniversiteleri evrensel ölçütlerde üniversiteler haline getirmek olmalıdır. Bu olası mı? Şimdilik hayır. Ancak, daha kötüye gitmemeleri için bazı adımlar atılmalıdır.
85 kamu üniversitesinden en fazla 30’una “gelişmiş üniversite” denebilir. Diğerleri coğrafi ve yeni kurulmuş olmak gibi nedenlerle fazla gelişmemişlerdir. Doğal olarak, bunlarda da hedef, her birini gelişmişlik düzeyine çıkarmak olmalıdır.
1981’de giydirilen gömlekle üniversitelerimiz, üniversite olmak için gerekli evrensel değerleri yitirmişlerdir. Sistem, tıpkı nötron bombası etkisi yapmış, içindeki insanlarda ve yetiştirdiği öğrencilerde kişilik kaymaları sağlamıştır. Önemli kayıp budur. Artık bu gömlek yırtılıp atılmalıdır.
YÖK sisteminde tek yetkili YÖK Başkanıdır. Rektörler, başkan adına, üniversitelerde tek yetkilidir. Yükseköğretim Kurulu dahil bütün kurullar karar organı değil “danışma organı” dır. Bugüne kadar YÖK Başkanları, kuruluşlarındaki ruha uygun olarak. “devlet iktidarı” nın kontrolünde hareket etmişlerdir.
08 Aralık 2007’de YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’in görev süresi dolacaktır. Geçen 26 yılda YÖK sistemini kararlı ve samimi olarak değiştirmek isteyen ilk hükümet, bugünkü hükümettir. Dolayısıyla 08 Aralık 2007, ilk ve son fırsattır.
Yeni Başkan sistemi iyi bilen, kararlı ve cesur birisi olmalıdır. Bunu, aynı niteliklerde en az 3-4 üyenin atanması izlemelidir.Hedefe ancak böyle bir yapılanma ile ulaşılabilir.
Genel anayasa değişikliği dışında anayasadaki YÖK maddeleri (130 ve 131) ile YÖK yasasının değişmesi için fazla aceleye gerek yoktur. Ancak, yeni kadro, 1933-1946 arasında olduğu gibi, üniversiteleri özerkliğe kavuşturucu hazırlıklar yapmalıdır.Bu dönemde hazırlık süresi 2-3 yıl yetebilir. Bu sürede de Başkan ve üyelerin tutum ve davranışları üniversiteleri rahatlatabilir; öğretim elemanları rektör zulümlerinden kurtarılabilir.

İVEDİ OLARAK NELER YAPILABİLİR?

1. Yeni YÖK Başkanı, şimdiki rektör odaklı sistemi öğretim elemanı odaklı sisteme dönüştürmelidir. Başkan’ın niteliği bu bağlamda önemlidir. Başkan böyle bir niyetini daha ilk günden açıklarsa, üniversitelerde büyük rahatlama sağlanır; öğretim üyelerine moral ve cesaret gelir; ezilmişlik ve korku duygusu kalkar. Güler yüzlü YÖK’e ihtiyaç vardır.
2. Yasada yapılacak birkaç değişiklik şimdilik yeter. Bunlardan birisi rektörlerin bir dönem (4 yıl) ve her dönem başka alandan seçilmelerinin sağlanmasıdır. Seçimler beş gün içinde iki turla tamamlanmalıdır. Kadrosunda 100’den az doçent ve profesör olan üniversitelerde rektör adayları Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenmelidir.
13. maddenin ilk paragrafı şu şekilde değiştirilmelidir:

“ Devlet üniversitelerinde rektör en az beş yıllık profesör akademik unvana sahip öğretim üyelerinden, her dönem başka alandan seçilecek adaylar arasından, Cumhurbaşkanınca atanır.Rektörün görev süresi dört yıldır. Aynı kişi sekiz yıl geçmeden yeniden rektör atanamaz. Rektör seçimlerinde kadrolu profesörler ile her fakülteden beş doçent ve bir yardımcı doçent temsilcisi oy kullanır. Doçent ve yardımcı doçent temsilcileri her fakültede atandıkları tarih sırasına göre belirlenir. Seçimler beş günde iki turda tamamlanır. Seçmen öğretim üyelerinin en az yarısının katılacağı ilk turda en az yarısının oyunu alan aday bulunmadığında, beş gün içinde yapılacak ikinci tura en çok oy alan iki aday katılır. Kadrosunda en az yüz doçent ve profesör bulunmayan üniversitelerde iki rektör adayı Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenir ve atanmak üzere cumhurbaşkanına sunulur. Vakıf üniversitelerinde rektör ataması Yükseköğretim Kurulunun görüşü alınarak Mütevelli Heyet tarafından yapılır. Rektörlerde emeklilik yaşı öğretim üyeleriyle aynıdır”

Bölüm ve anabilim dallarında yöneticiler dönüşümlü olarak belirlenmelidir. Bunun için yasal düzenlemeye gerek yoktur; YÖK’ün yapacağı yönetmelik değişikliği yeterlidir.
3. Üniversitelerde ve toplumda, kılıf-kıyafet yasağı büyük huzursuzluğa neden olmaktadır. Bunun hemen çözülmesi ve gündemden çıkarılması gerekir. Serbestlikte dini inanç, siyasal ve ideolojik gereklilik temel alınmamalıdır. Konuya insan ve hak özgürlükleri ve evrensel üniversite kuralları açısından bakılmalıdır. Öğrenciler, kimliklerini gizlemeyecek her türlü giysi ile öğrenim görebilmelidir. Bunun için yasal düzenlemeye gerek yoktur. Zira, YÖK yasasının Ek 17. maddesi bu serbestliği sağlamaktadır. Kaldı ki dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde üniversitelerde böyle bir maddeye gerek olmadan serbestlik vardır. Ek 17. madde SHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne götürülmüş ve iptal edilmemiştir. Madde yürürlüktedir. Bugünkü yasaklama “dayatma” yöntemiyle gerçekleştirilmiştir.
4. Toplumu yaralayan ve ivedilikle çözülmesi gereken ikinci husus, 1998’de alınan kararla meslek liselerine uygulanan katsayı eşitsizliğidir.
Bunun çözümü iki yolla mümkündür:
a. 1982-1999 arası yöntem devam ettirilebilir. Yani, mesleki ve teknik lise mezunları genel lise mezunlarıyla eşit koşullarda sınava girmelidir.
b. 1923-1982 arasında olduğu gibi, meslek lisesi mezunları lise fark dersleri verdikten sonra (denklik sınavı) aldıkları lise diploması ile sınava girebilirler.
Birinci yol YÖK kararı, ikinci yol MEB kararı ile olacaktır. Bana göre ikinci yol en doğru olanıdır. Yaygarayı önler; geçmişteki uygulama örnek gösterilebilir. Ayrıca, toplum öteden beri buna hazırdır. Bu yöntemde mayıs ayında meslek liselerini bitirenler için merkezi lise denklik sınavı açılır ve 70 puanın üstünde alanlara lise diploması verilir. Lise diplomasını alanlar lisans programlarına girebilir. Bu yöntem meslek liselilerin de yararınadır.
Her iki yöntem için yasaya gerek yoktur.
5. Son iki yılda 15 + 17 = 32 üniversite açılmıştır. Bunların 16’sına yasa dışı rektör atamaları yapılmıştır. En kısa sürede, bu 32 yeni üniversiteye atanacak rektörlerle ilgili yasa çıkarılmalı ve atamalar ivedilikle yapılmalıdır.
6. Üniversiteler arasında öğretim üyesi dağılımındaki dengesizlik yüksek düzeydedir. Bu durum, üniversite öncesinde fırsat ve olanak eşitliği mağduru öğrencilerin aleyhine, mağdurluk yükseköğretimde de sürmektedir. Ayrıca, üniversite sayısı artmasına rağmen – dileriz kasıtlı değildir- kontenjanlar artırılmamaktadır. Dengeli dağılım sağlandığında, kontenjanlar iki katına çıkarılabilir.
Dengeli dağılım, nitelikli eğitim-öğretim ve kontenjan artımı için şunlar yapılmalıdır:
a. Gelişmiş büyük kentlerde (İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Bursa, Eskişehir ve Kayseri gibi) bulunan üniversitelere, bu tarihten sonra atanan doçent ve profesörlere, her unvan dönemi için birer yıl zorunlu hizmet getirilmelidir. Bu, en az 10 yıl devam etmelidir. Üniversite kamuoyu buna hazırdır. En önemli kurtuluş yolu budur.
b. Gelişmiş üniversitelerde emeklilik yaşı 67’den 65’e düşürülmeli, diğerlerinde 67’den 70’e yükseltilmelidir.
c. Bir üniversitede 25 yıl öğretim üyesi olarak çalışanlara, emekliliklerine kadar, kadroları kendi üniversitelerinde kalmak üzere, istedikleri üniversitede görevlerini sürdürmeleri sağlanmalıdır. Böyle bir fırsat bu üniversitelerde çalışanlara moral verecektir.
d. 85 devlet üniversitesi, en az üç üniversiteden oluşacak “Üniversite Birlikleri” çatısı altında gruplandırılmalıdır. Birlik oluştururken dikkat edilmesi gereken en önemli husus, birlik içinde uzaktaki yeni açılan bir üniversitenin bulunmasıdır. Örneğin: Hacettepe, Bozok ve Bitlis Üniversite Birliği; İstanbul, Bolu ve Siirt Üniversite Birliği gibi. Birlik üyesi üniversiteler arasında önlisans, lisans ve lisansüstü öğretimde öğretim üyesi yardımlaşması sağlanmalı ve ayrıca, üniversiteler arasında öğrenci değişimi yapılmalıdır. Böyle bir yapılanmaya şiddetle gereksinme vardır. Bunun için yasal düzenleme gerekir. Ancak, YÖK kararıyla da mümkündür.
7. Öğretim elemanlarının ekonomik durumlarında iyileşme sağlanmalıdır. Her öğretim elemanına ders yılı başında en az 1.000.- YTL “Eğitim Ödeneği” yardımı yapılmalıdır.

8. Vakıf üniversiteleri için özel yasa çıkarılmalıdır. Bu üniversitelerin kontenjanları son derece düşüktür. Fazla öğrenci almaları ve ücretlerinde indirim sağlanmalıdır.
9. Meslek Yüksekokullarının içler acısı durumunu düzeltmek üzere yeni düzenlemeye gerek vardır. Bugün bu okullarda (522 okul) 260 programda 482. 208 öğrenci bulunmaktadır. Öğrencilerin hemen hepsi Anadolu’dan gelen yoksul çocuklardır. Bunlar mesleklerini öğrenemeden diploma almaktadırlar.
Bu okullar için yapılması gerekenler:
a. Nüfusu 20. 000’den az olan yerleşim yerlerindeki okullar kapatılmalıdır.
b. Öğretim elemanlarının unvanları yeniden düzenlenmelidir.
c. Yükseköğretim Kurulu’na bağlı Meslek Yüksekokulları Üst Kurulu oluşturulmalıdır.
10. YÖK yasasının üniversite içi sürgüne olanak veren 13.b.4 ile yurt içi sürgüne olanak veren 7/L maddesi yürürlükten kaldırılmalıdır.
SONUÇ
Daha ayrıntılı bilgi istenildiğinde gerekli açıklama yapılacaktır.
İki yıl için öngörülen ivedi önlemlerdir. Yasanın tümü değişecek olması durumunda ayrıca görüş bildirilebilir.
Bilgilerinize saygılarımla sunarım.

Prof. Dr. M. Tahir Hatipoğlu, Gazi Ü. Tıp Fakültesi
0532 356 06 29
0312. 202 69 31
tahirh@gazi.edu.tr

9 Kasım 2007 Cuma

HATİPOĞLU-GÜRÜZ DAVASI’nın DURUŞMASI YAPILDI

Eski YÖK Başkanlarından Kemal Gürüz, Tüm Öğretim Üyeleri Derneği eski Genel Başkanı Tahir Hatipoğlu aleyhine 30 milyar liralık tazminat davası açtı. Gürüz, Hatipoğlu’nun, kendisine, Karikatür Üniversite isimli kitabında, “Hülle profesörü” ve Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun telefonuyla başkan yapıldığını içeren sözleriyle hakaret edildiğini iddia etti. Davanın duruşması Ankara 6. İdare Mahkemesi’nde yapıldı. Duruşmaya Gürüz’ün avukatı geldi.
Duruşmada Hatipoğlu, sözlerinin doğru olduğunu ve doğruluğun kanıtlanması için eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile YÖK eski Başkanı Mehmet Sağlam’ın tanık olarak dinlenmesini istedi. Hakim, “Bu yaşlı başlı insanları mahkemeye getiremem” diyerek, tanıkların dinlenmesi istemini ret etti. Davalı Hatipoğlu, aşağıdaki dilekçeyi mahkemeye sundu:

Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesi
Yargıçlığına,

Davalı (Yanıt veren) : Prof. Dr. M. Tahir Hatipoğlu
Davacı : Prof. Dr. H. Kemal Gürüz

AÇIKLAMA
Üzülerek sözüme başlamak istiyorum. Hoşgörünüze sığınıyorum.
1. Gazetede yazılanların tamamı eleştiri sınırları içindedir. Dolayısıyla hukuka aykırı olması olası değildir. Kuşkusuz her davacı, davasını açarken böyle düşünecektir. Ancak, günümüzdeki evrensel hukuka göre söylenenler ve yazılanlar hukuk sınırları içindedir.
Amacım kimseyi küçük düşürmek değildir. Yükseköğretim Kurulu gibi anayasal, büyük ve yıllardır Türkiye’nin en çok eleştirilen bir kurumun başkanı elbette eleştirilmelidir. Onun da buna açık olması gerekir. Kaldı ki, üniversite, aykırı görüşlerin ortamıdır; bu bağlamda bütün kurumlara örnek olacak ve cesaret verecektir. Bu anlayışın aksi düşünülemez.
Sonuçta eleştiri sınırı aşılmamıştır. Aşılması asla düşünülemez. Bir kişinin göreve gelişinde katkısı olduğu varsayılan birisinin adının yazılması küçük düşürücü olarak algılanamaz, algılanmamalıdır.
2. Davacı yanıt dilekçesinde “dava konusu haberdeki beyanların gerçek olduğunu iddia etmektedir” şeklinde bir tümce yazmıştır. Gerçekte durum budur. Bunun için, eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Kahramanmaraş Milletvekili eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Mehmet Sağlam’ın tanık olarak dinlenmesini bir kez daha yineliyor ve diliyorum.
Davacı, benim kendisi için, “hülleci profesör” diyerek aykırı ifadede bulunduğumu iddia etmektedir. “Hülleci profesör” YÖK’ün ilk yıllarında basının ürettiği ve kabul gören terimdir. YÖK’ün 26. maddesinin altıncı fıkrasına göre, son üç yılında doçent olarak bir üniversitede çalışanlar aynı üniversitede profesör olamıyorlardı. Dolayısıyla gariban grubuna giren doçentler doğu ve güneydoğu illerimizdeki üniversitelere giderek profesör oldular. Bunun yanında YÖK Başkanı İhsan Ali Doğramacı’ya yakın ve kayırılan doçentler, aynı ildeki başka bir üniversitede profesör yapıldılar, sonra da bu çalıştıkları üniversiteye YÖK kararıyla görevlendirildiler. Bu tip az sayıdaki doçent oturdukları odadan çıkmadan kağıt üzerinde yasaya uygun profesör oldular. Kamuoyu bu tip profesörlere “hülleci profesör” adını takmıştır. Kemal Gürüz de bu tip profesör grubu içindedir. Buna itirazı zaten yok. YÖK’ten hangi üniversitede doçent olduğu, hangi üniversitede profesör olduğu öğrenilebilir. Hülleci dememe takılıyor. Bu deyim benim değil herkesin sıklıkla kullandığı deyimdir. Üniversite çevreleri bunu iyi bilir. Bu fıkra iki yıl sonra değiştirildi ve hülleyle profesör olmak devri kapanmış oldu; zaten amaçlanan hedefe de ulaşılmıştı.
1988 yılında yapılan yasa değişikliği ile bir ay içinde 3000’e yakın doçent bulundukları üniversitede profesör oldular. Kamuoyu bunlara “kolay profesör” adını takmıştır. Ben de 1402’lik olarak o tarihte üniversiteden ayrılmış olduğumdan, bu yasadan Danıştay kararı ile üniversiteye döndükten sonra yararlandım ve 1999’da profesör oldum. Bana da zaman zaman kolay profesör diye laf atanlar ve yazanlar oluyor; alınmıyorum ve tazminat davası açmıyorum.



SONUÇ ve İSTEM

Gazetede yazılanlarda hakaret amacı gütmedim. Hakaret sayılacak en ufak bir söz de etmedim. Bu, benim demokrat ve özgürlükçü tavrıma da aykırıdır. Kemal Gürüz benim her sözüme dava açma alışkanlığını kazanmış bir kişidir. Davalarından bıktım. Benim yaptığım, yazan ve konuşan bir bilimci olarak, üniversite tarihine bugünlerin olaylarını saptayıp taşımaktır. Bu amaçla bu konu hakkında yedi kitap yazdım.
Eski Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Ali Yücel’in, “Tarih, sağken bildiklerini yazmayanları, öldükten sonra suçlu sayar” sözüne yürekten inanan birisi olarak görevimi yapıyorum. Mahkemenizi yorduğum için üzgünüm. Davanın reddini diliyorum.

Saygılarımla.




M. Tahir Hatipoğlu
Davalı